Kandil operasyonu, seçimler ve Akp-Türkiyenin geleceği
Kandile operasyonun, AKP-MHP'nin kendi başına aldığı yalnızca bir seçim yatırımı kararı olduğunu iddia etmek yanılgıdır. Elbette zamanlama bakımından manidar olarak görülebilir. Seçim için hesaplarda yapılmış olabilir, fakat amacın yalnızca AKP-MHP'nin oy potansiyelini arttırmaya yönelik olduğunu düşünmek büyük bir hatadır. Öncelikle Kandil operasyonunun genel politikaların bir sonucu olduğunu, daha doğrusu AKP-MHP'nin genel politikalarının bir parçası olduğunu iyi anlamak gerekiyor. Her şeyden önce Kandil operasyonu seçimlerden bağımsız düşünülemeyeceği gibi son yaşanan Menbiç anlaşmasından da bağımsız düşünülemez. ABD'den, Efrin'den ve Kürdistan bölgesel hükümetinden bağımsız düşünülemez...
Suriye iç savaşıyla birlikte hem Suriye'yi hem de bölgeyi etkileyen büyük bir kaos ortamı oluştu. Bu savaş ile birlikte saha küresel güçlerin hesaplaşma alanına dönüştü. Bir yandan ABD, diğer yandan Rusya iki büyük güç ve bölge devletleri savaşın içinde yer aldılar. Bununla birlikte küresel güçler müttefik arayışına da geçtiler. Vekâlet üzerinden yürütülen savaşlar için sahada kimin kiminle müttefik olacağını iyi hesaplaması gerekiyordu. Rusya Esad rejimini desteklerken ABD başlarda Türkiye ve İslamcılarla hareket etti. Bunun için eğit-donat gibi bir çok yöntem izlediler. Fakat sahada hesapları bozan YPG oldu. Bu yüzden hem Rusya hem de ABD PYD-YPG-QSD ile müttefik olma yarışına girdi. Özellikle DAİŞ'in Şengal ve Kobani saldırıları bir dönüm noktası oldu. Kürtlerin sahada ki varlığı ve talepleri bütün dünya kamuoyunda tanındı. ABD üst üste silah yardımları yapmaya başladı. Gerekçe belliydi: IŞİD ile mücadele...
Bu gelişmeler yaşanırken Türkiye'de PYD ve Salih Müslim ile görüşmeler yapıyordu. İçeri de de çözüm süreci devam ediyordu. Fakat ABD-PYD yakınlaşması ve PYD-YPG-QSD'nin sahada güçlenmesini izleyen Türkiye, içeride ve dışarıda politika değişikliğine gitti. Suriye iç savaşında Esad karşıtı olarak tutum alan Türkiye, önceliğini Esad karşıtlığından, PYD-YPG karşıtlığına çevirdi. Artık Türkiye'nin sahada ki tek amacı PYD-YPG-QSD'yi tasfiye etmek, etkisizleştirmek oldu.
Bu durum elbette dış siyasette zaman zaman kriz yaşamasına neden oldu. Normal şartlarda NATO üyesi ve ABD müttefiği olan Türkiye ABD'nin kendisine rağmen YPG'yi desteklemesine itiraz etti. Bu karşıtlaşma iki devlet arasında krizlere neden oldu. Zaman zaman ilişkiler kopma noktasına geldi.
PYD-YPG-QSD ise sahada giderek ilerledi. DAİŞ'in başkenti olan Raqqa'ya kadar ele geçirdi. ABD silah yardımlarını sürdürdü. Türkiye ise ABD-NATO'ya rağmen Rusya ile yakınlaşmaya başladı. Artık bizzat askeri müdahalelerde, operasyonlarda bulunmaya başladı. Fırat kalkanı ile başlayan askeri operasyonlar Zeytin dalı ile devam etti.
Sonunda Türkiye YPG kontrolünde olan Efrin'e yönelik operasyon düzenledi. 59 Günün sonunda YPG Efrin'den çekildi. AKP-Türkiye de aynı günlerde yeni hedefinin Menbiç olduğunu açıkladı. Bunun üzerine tartışmalar sürerken ve Pentagon'un başlangıçta, henüz Efrin operasyonu devam ederken bütün iddialı itirazlarına rağmen sonunda ABD ile anlaşmaya varıldı. ABD dışişleri sorumlusu Rex Tillerson'un görevden alınması ve yerine Pompeo'nun getirilmesi ile ABD'nin politika değişikliğine gideceği olarak yorumlanmıştı. Bunun Türk-ABD ilişkilerine nasıl yansıyacağı üzerine yapılan değerlendirmelerde genel kanı olumsuz yansıyacağıydı. Ancak tek başına bir değişikliğin genel politikayı tamamen etkileyemeceği de görüldü. Türkiye-ABD ilişkileri bu yaşanılan süreç içinde her ne kadar zaman zaman kopma noktasına kadar gelse de sonunda uzlaştılar.
ABD'nin Türkiye ile anlaşmasını ve Türkiye'ye yönelik böylesine tavizler vermesini anlamak için, genel konjonktürü de iyi bilmek gerekir. ABD Türkiye'nin Rusya ile olan anlaşmalarını iptal ettirmek ve yeninden NATO'cu çizgiye katmak istiyor. Bilindiği gibi Türkiye'nin ABD'nin bütün uyarılarına rağmen Rusya ile s-400 gibi silah ve ekonomik anlaşmaları ABD-NATO'yu rahatsız ediyordu. Birde Türkiye'nin NATO'ya alternatif olarak yakınlaştığı İran-Rusya çizgisi de önemli. Çünkü normalde ABD için bölgede İran'ı dengeleyebilecek tek devlet Türkiye'dir. Bu yüzden anlaşılan o ki; ABD Türkiye'yi gözden çıkaramadı.
Bütün bunların yanında Kürtlerin hem Rojava'da ki durumundan rahatsız olunduğu gibi, AKP-Türkiye'yi rahatsız eden Kürdistan bağımsızlık referandumunu da unutmamak gerekir.
AKP iktidarının dışarıda en büyük müttefiki KDP'ydi. Fakat 25 Eylül 2017'de yapılan bağımsızlık referandumu ilişkilerini olumsuz etkiledi. Türkiye bölgede bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını bedeli her ne olursa olsun engellemeye çalışır. Bu yalnızca AKP-MHP'nin politikası değil, Türk devlet aklının en net politikasıdır. AKP'nin dediği krımızı çizgisidir.
Türkiye'nin devlet olarak hedefleri azami olarak bölgede üstünlük kurmak, bölgeye hakim olmak bir diğer adıyla neo-Osmanlıcılıktır. Fakat bunun yanında asgari hedefleri de vardır. Bu da bölge devletlerinin sınırlarının korunmasıdır. Yani eşitti Kürdistanı kurdurmamak... Bu görevi şuan AKP-MHP üstlenmiştir. Bu politika şuan AKP üzerinden yürütülüyor.
AKP-MHP'nin devletin beka sorunu dedikleri özünde Kürtlerin Ortadoğu'da statü kazanmasıdır. Bu yüzden her ne kadar ''müttefik'' olsalar bile KBY'nin bağımsızlık ve devletleşme talepleri ile Rojava'da ki statü talebinin AKP-Türkiye tarafında hiçbir farkları yoktur. Her ikisine de her şartta karşı olur, kaldı ki bunu somut olarak ta gösterdi.
AKP-Türkiye İran ve Irak ile birlikte hareket edip, referandumu tanımadı. İran destekli Haşdi Şaabi milisleri ve Irak Kerkük'ü ele geçirdi. Sonrasında yaşanan gelişmeleri biliyoruz. Kürdistan yönetimi ekonomik ve siyasi kriz ile karşı karşıya kaldı.
Sürecin hafızası göz önüne alındığı zaman Efrin ve Menbiç ile başlayan operasyon bugün Kandil ile devam ediyor. Burayı yalnızca Kandil ile sınırlı tutmakta hata olur. Türkiye uzun bir süredir Sincar bölgesini PKK'nin ikinci Kandili olarak gördüğünü söylüyor. Ve operasyon Kandil ile birlikte Sincarı da kapsıyor. Bu da asıl amacın Kandil'den sonra KBY'ye kadar uzanabileceğini de akıllara getiriyor. Devam eden süreç Irak ile nasıl anlaşmalar, uzlaşmalar yapılacağını da gösterecek. Bu yüzden Kandil operasyonu yalnızca 24 Haziran seçimleri için yapılmış bir hamle değil, ondan daha fazlası, AKP-Türkiye politikalarının yalnızca bir ayağıdır. Seçimlerle hiçbir alakası yoktur denilemez elbette. En somut örneği zamanlamadır. Ancak tek başına seçim yetersiz bir sebeptir. Fakat bunun arkasında AKP-Türkiye'nin hedeflerini, ABD ve dış siyasette yaptığı anlaşmalar da gözden kaçırılmamalıdır. Çünkü bunu ABD'den bağımsız düşünmek hata olur. Eğer plan böyle devam edecekse ABD ile çok daha derin anlaşmalar yapılmış demektir.
Seçimlerle ilgili olan bağlantısı ise zamanlama ile yorumlanabilir. Zamanlama olarak tam seçimlere giderken ve AKP-MHP'nin oy oranının ciddi bir düşüş yaşadığı bir dönemde yapılan bu operasyonun '' terörle mücadele ediyorum'' diye milliyetçi oyları kazanması da hesaplanmış olabilir. Nitekim Millet ittifakının ve özellikle de İyi Parti'nin AKP-MHP'den alacağı milliyetçi-muhafazakâr oyların AKP-MHP'yi zor durumda bırakacağını öngörmek hiçte zor olmasa gerek. Yine dikkatleri yaşanılan ağır ekonomik krizden, ''terörle mücadele'' gündemine çekebilmekte AKP-MHP'nin muhtemel hesapları arasındadır. Kandil operasyonu ve diğer genel politikaların uygulayıcısı AKP-MHP'dir. Bu politikaların devam edebilmesi için AKP-Erdoğan'ın iktidarda kalması gerekmektedir. Ve operasyonun zamanlaması bunun içindir...
Sonuç olarak bu operasyonlar sadece seçimle alakalı değildir. Fakat AKP-Erdoğan'ın iktidardan düşmesiyle hem özel olarak bu politikalarda, hem de Türkiye'nin gidişatı ile ilgili önemli değişiklikler yaşanacaktır. Türkiye şimdiye kadar AKP politikaları ile büyük siyasi ve ekonomik krize girdi. Devamında nelerin yaşanacağını seçim sonuçları gösterecektir.
Seydo Turğut