20 Ara2010
Ayrışma
Yüzyıllara varan acımasız bir zulüm, cumhuriyet tarihi boyunca katmerleşerek artan işkence, soykırım ve inkâr ve son otuz yıllık savaş, Kürtler ile Türklerin ayrışmalarını kaçınılmaz kılıyor.
Bazılarının her fırsatta dillendirdiği “kız alıp verme” devri kapanıyor.
“Kürtlerle Türklerin ilişkisi, kimilerinin ‘’kardeşlik’’ söylemine rağmen, ta başından itibaren gönül bağına dayalı değil, ‘’zoraki beraberlik’’ti. Aslında ‘’beraberlik’’ de yoktu. ‘’Beraberlik’’ten söz etmek için, uyum içinde akan duygu ve düşüncelerin bulunması gerekiyordu. Bu da hiç bir zaman olmadı. Onların gelişi zulmün adıydı. Vahşetten başka bir şey görmediler…” diye yazıyor Ahmet Kahraman 16 Aralık 2010 Özgür Politika Gazetesi’ndeki köşesinde.
Bizim dini bütün “ümmetçi” Kürtler ve Şeyh Said’i “İngiliz ajanı” olmakla suçlayanlar daha iyi anlasınlar diye, Kahraman şu örneği de veriyor:
“Nitekim Şeyh Said 1925 yılında, Kürtlerin kendi güçleriyle kaderlerini belirleme, geleceklerini kurması gerektiğini halka anlatırken, ‘Türklerle beraberlik için ortak bir bağ ve bağlantılarının bulunmadığını’ söylüyor ve şöyle diyordu: ‘Tek müşterekimiz (ortak duygu ve düşünce) Halifenin varlığıydı. O da kalmadı. O halde, ayrılmamız haktır’
Şeyh Said’in söylediklerini anlamayanlar, yıllardır şöyle bir tekerleme yuvarlayıp duruyorlardı dillerinin ucunda: “Et ile tırnak gibiyiz, kız alıp vermişiz”
Onlara da kötü bir haberim var. Her ne kadar şu anketlere güvenmesem de, kendi gözlemlerimi ve çevremdeki arkadaşların anlattıklarını da hesaba katınca, üzerinde düşünülmesi gereken ciddi bir tablo çıkıyor meydana.
Mersin Üniversitesi’nin 2010 yılında yapmış olduğu ankette Kürtlerle, Türkler arasında yaşanan sosyal kırılma rakamlara vurarak gösteriyor. Ankete göre 1998 yılında yapılan ilk araştırmada, her yüz Kürt’ten on üçü (12.8) bir Türk ile evlenebileceğini söylerken, 2010 yılındaki ankette ‘evlenirim’ diyenlerin oranı sıfıra inmiştir. “Kürtle evlenirim” diyen Türklerin oranı ise yüzde 26, 9’dan yüzde 1. 3 inmiş.
Aynı ülkenin vatandaşı olarak birlikte yaşama arzusunda ibre sıfırı gösteriyor.
Türkleri, ülkelerinde turist olarak görmek isteyen Kürtlerin oranı da hızla artıyor.
Peki, kim bu Türkleri ülkesinde turist olarak görmek isteyenler?
Çokça bahsedildiği gibi Türkiye’nin batısında Mersin, Adana ve İstanbul’da yaşayanlar ve Özgür bir Kürdistan’a dönmeyecekleri üzerine teoriler üretilen Kürtler.
Geçenlerde Kürtlerin ekonomik durumunu anlatan bir araştırma daha yayınlanmıştı.
Burada da ilginç rakamlar vardı. Deyim yerindeyse “Kürtler aç” diyordu bu anket. Yalan da değil.
Kürtlerin yüzde 23’ü açlık sınırında. Yani günde 1 dolar kazanıyor.
Yüzde 53’ü de yoksulluk sınırında. Onlar da günde 1 ile 2 dolar arasında bir gelire sahip.
Bu ankete göre 2 dolar ve üstünde kazananlar yoksulluk sınırında değiller.
İki dolardan on dolara kadar kazananlar diye bir araştırma yapılsa, her halde Kürtlerin yüzde 98’i bu sınıfa dâhil olur.
İşte Türkiye’nin batısında yaşayanların ve “özgür Kürdistan’a dönmeyecekler” denilen Kürtlerin durumu.
Ekonomik olarak sıfırdalar. Türk toplumu tarafından aşağılanıyorlar. En kötü işlerde ve en az ücretle çalışıyorlar. Kürdistan’ın dağ ve ovalarından kopup gelen Kürtler batıda “köle” olarak yaşam kavgası veriyorlar, açlıktan ölmemek için.
Bu insanları batıda tutan tek şey, devletin Kürdistan’daki zulmüdür.
Yakılan köylere devlet hiçbir yardım yapmadığı halde dönmek için sırada binlerce insan bekliyor.
TC. devleti bu insanları silah zoruyla Kürdistan’dan uzaklaştırdı, şimdi de silah zoruyla dönüşlerini engelliyor.
Onlar da biliyorlar ki, et ile tırnak bir birinden nefret eder durumda!
Onun için Kürdistan’a dönüşün önünü açarlarsa ayrışma da kendiliğinden gerçekleşecek.
Ve bu sebeple Kürtlerin politika yapan kesimlerini boş vaatlerle oyalayıp zamana yayılmış bir unutturma politikası izliyorlar.
Sağlıklı bir komşuluk ilişkisinin kurulabilmesi için, Kürtlerin de Türklerin de kozlarını açık oynaması lazım.
Çünkü bu saatten sonra zorla bir arada tutmanın olanakları kalmamıştır.
***
Kürtlerin ulusal kurtuluş mücadelesine inanmayan, yüreği bu ateşle yanmayan aydın ve politikacıların, ulusal kurtuluş mücadelesine öncülük etme rolüne soyunması bir Kürt trajedisidir.
Geçenlerde bir arkadaşım Kurd1 televizyonu ve Paris’teki Kürt Enstitüsü’nün başkanı Kendal Nezan’ın bir programda, TC devleti ile Osmanlı’yı karşılaştırırken, Osmanlıdan övgüyle bahsettiğini ve Kürtlerin Osmanlı döneminde ne kadar “özgür” olduklarını örnekleriyle anlattığını söyledi.
Sadece Nezan değil “kalbur” üstü birçok Kürt aydın ve politikacısı da bu yanılgı içinde.
Kürt meselesinin çözümü için günümüzden örnek vereceklerine, geçmişe takılıp duruyorlar.
Ve geçmişi ya yanlış okuyorlar, ya da bizim yanlış okumamızı umut ediyorlar.
Kürt ve Kürdistan meselesinin çözümünden söz açılınca, günümüz TC devleti ve hükümeti ile onların ataları olan Osmanlı’yı örnek vererek şöyle diyorlar: “Ah Osmanlıda ne kadar da güzeldi, herkes iç işlerinde özgürdü…”
21 yüz yılda Osmanlının Kürt politikasına özlem duymak, aradan bunca medeniyet geçmiş olmasına rağmen, maymunların ağaçlardan inip insana dönüşme sürecinin başlamasından önceki haline özlem duymak gibi “ilkel” bir özlemdir.
Kürtlere örnek verecekseniz, Yunanlıları, Bulgarları, Arapları, vs. örnek verin. Osmanlı’nın egemenliği altındaki bütün halklar bağımsız devletlerini kurdular. Osmanlı zemzem suyu ile yıkandıysa neden bu bahsettiğim halklar ayrı devletler kurdular.
Hadi Yunanlılar ve Bulgarlar Hıristiyan’dı. Peki, Müslüman Araplara ne demeli? Hem de bir de değil, Osmanlıdan ayrılarak onlarca devlet kurdular, bir de “gavur” İngiliz ve Fransızların yardımıyla.
Kendal Nezan Paris’teki Cezayirlilere bir zahmet şunu sorsun bakalım: “neden ayrıldınız Müslüman Türk kardeşlerinizden. Biz Kürtler gibi kardeş, kardeş yaşamak varken?”
Doğru cevabı kesinlikle alacaktır.
Osmanlının Kürdistan’ı işgalini ve bu işgalin yüzlerce yıllık tahribatını, Kürt beylerini bir birine kırdırmasını, Suni Kürtleri Êzidi Kürtlerin üzerine salmasını, ayrıca Kürtleri, Ermeni, Asurî ve Süryanilerin üzerine salmasını da örnek verin ve ondan sonra bir kıyaslamaya geçin.
Bunun neresi “özgürlük”?
***
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş,"Bölgede iki dilli hayata geçiyoruz. TBMM'de Kürtçe konuşma talebiniz yok. Türkiye'yi bölecek hiçbir projede BDP'nin imzası olamaz" diyor.
Kürt halkının büyük umutlar bağladığı “elit” Kürtlerin TC’yi bir arada tutma gayretlerini anlamak mümkün değil. Kendilerinin anladıklarını da sanmıyorum.
Kürtçe üzerinden devam eden tartışmalara TC’nin genelkurmayı da yayımladığı bir bildiriyle katıldı. Bildiride şöyle deniyor:
“Dil, kültür ve ülkü birliği, bir millet olmanın başta gelen vazgeçilmezleridir. Dil birliğinin olmaması durumunda bunun sonuçlarının neler olacağı, tarihteki birçok acı örnekleriyle gözler önündedir…”
Genelkurmay ile Kürt cephesinin açıklamalarını yan yana getirirseniz, kimin ulus olma bilinciyle hareket ettiğini de görürsünüz.
Tarihteki acı örnek dediği de aslında Kürtlerdir.
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Bazılarının her fırsatta dillendirdiği “kız alıp verme” devri kapanıyor.
“Kürtlerle Türklerin ilişkisi, kimilerinin ‘’kardeşlik’’ söylemine rağmen, ta başından itibaren gönül bağına dayalı değil, ‘’zoraki beraberlik’’ti. Aslında ‘’beraberlik’’ de yoktu. ‘’Beraberlik’’ten söz etmek için, uyum içinde akan duygu ve düşüncelerin bulunması gerekiyordu. Bu da hiç bir zaman olmadı. Onların gelişi zulmün adıydı. Vahşetten başka bir şey görmediler…” diye yazıyor Ahmet Kahraman 16 Aralık 2010 Özgür Politika Gazetesi’ndeki köşesinde.
Bizim dini bütün “ümmetçi” Kürtler ve Şeyh Said’i “İngiliz ajanı” olmakla suçlayanlar daha iyi anlasınlar diye, Kahraman şu örneği de veriyor:
“Nitekim Şeyh Said 1925 yılında, Kürtlerin kendi güçleriyle kaderlerini belirleme, geleceklerini kurması gerektiğini halka anlatırken, ‘Türklerle beraberlik için ortak bir bağ ve bağlantılarının bulunmadığını’ söylüyor ve şöyle diyordu: ‘Tek müşterekimiz (ortak duygu ve düşünce) Halifenin varlığıydı. O da kalmadı. O halde, ayrılmamız haktır’
Şeyh Said’in söylediklerini anlamayanlar, yıllardır şöyle bir tekerleme yuvarlayıp duruyorlardı dillerinin ucunda: “Et ile tırnak gibiyiz, kız alıp vermişiz”
Onlara da kötü bir haberim var. Her ne kadar şu anketlere güvenmesem de, kendi gözlemlerimi ve çevremdeki arkadaşların anlattıklarını da hesaba katınca, üzerinde düşünülmesi gereken ciddi bir tablo çıkıyor meydana.
Mersin Üniversitesi’nin 2010 yılında yapmış olduğu ankette Kürtlerle, Türkler arasında yaşanan sosyal kırılma rakamlara vurarak gösteriyor. Ankete göre 1998 yılında yapılan ilk araştırmada, her yüz Kürt’ten on üçü (12.8) bir Türk ile evlenebileceğini söylerken, 2010 yılındaki ankette ‘evlenirim’ diyenlerin oranı sıfıra inmiştir. “Kürtle evlenirim” diyen Türklerin oranı ise yüzde 26, 9’dan yüzde 1. 3 inmiş.
Aynı ülkenin vatandaşı olarak birlikte yaşama arzusunda ibre sıfırı gösteriyor.
Türkleri, ülkelerinde turist olarak görmek isteyen Kürtlerin oranı da hızla artıyor.
Peki, kim bu Türkleri ülkesinde turist olarak görmek isteyenler?
Çokça bahsedildiği gibi Türkiye’nin batısında Mersin, Adana ve İstanbul’da yaşayanlar ve Özgür bir Kürdistan’a dönmeyecekleri üzerine teoriler üretilen Kürtler.
Geçenlerde Kürtlerin ekonomik durumunu anlatan bir araştırma daha yayınlanmıştı.
Burada da ilginç rakamlar vardı. Deyim yerindeyse “Kürtler aç” diyordu bu anket. Yalan da değil.
Kürtlerin yüzde 23’ü açlık sınırında. Yani günde 1 dolar kazanıyor.
Yüzde 53’ü de yoksulluk sınırında. Onlar da günde 1 ile 2 dolar arasında bir gelire sahip.
Bu ankete göre 2 dolar ve üstünde kazananlar yoksulluk sınırında değiller.
İki dolardan on dolara kadar kazananlar diye bir araştırma yapılsa, her halde Kürtlerin yüzde 98’i bu sınıfa dâhil olur.
İşte Türkiye’nin batısında yaşayanların ve “özgür Kürdistan’a dönmeyecekler” denilen Kürtlerin durumu.
Ekonomik olarak sıfırdalar. Türk toplumu tarafından aşağılanıyorlar. En kötü işlerde ve en az ücretle çalışıyorlar. Kürdistan’ın dağ ve ovalarından kopup gelen Kürtler batıda “köle” olarak yaşam kavgası veriyorlar, açlıktan ölmemek için.
Bu insanları batıda tutan tek şey, devletin Kürdistan’daki zulmüdür.
Yakılan köylere devlet hiçbir yardım yapmadığı halde dönmek için sırada binlerce insan bekliyor.
TC. devleti bu insanları silah zoruyla Kürdistan’dan uzaklaştırdı, şimdi de silah zoruyla dönüşlerini engelliyor.
Onlar da biliyorlar ki, et ile tırnak bir birinden nefret eder durumda!
Onun için Kürdistan’a dönüşün önünü açarlarsa ayrışma da kendiliğinden gerçekleşecek.
Ve bu sebeple Kürtlerin politika yapan kesimlerini boş vaatlerle oyalayıp zamana yayılmış bir unutturma politikası izliyorlar.
Sağlıklı bir komşuluk ilişkisinin kurulabilmesi için, Kürtlerin de Türklerin de kozlarını açık oynaması lazım.
Çünkü bu saatten sonra zorla bir arada tutmanın olanakları kalmamıştır.
***
Kürtlerin ulusal kurtuluş mücadelesine inanmayan, yüreği bu ateşle yanmayan aydın ve politikacıların, ulusal kurtuluş mücadelesine öncülük etme rolüne soyunması bir Kürt trajedisidir.
Geçenlerde bir arkadaşım Kurd1 televizyonu ve Paris’teki Kürt Enstitüsü’nün başkanı Kendal Nezan’ın bir programda, TC devleti ile Osmanlı’yı karşılaştırırken, Osmanlıdan övgüyle bahsettiğini ve Kürtlerin Osmanlı döneminde ne kadar “özgür” olduklarını örnekleriyle anlattığını söyledi.
Sadece Nezan değil “kalbur” üstü birçok Kürt aydın ve politikacısı da bu yanılgı içinde.
Kürt meselesinin çözümü için günümüzden örnek vereceklerine, geçmişe takılıp duruyorlar.
Ve geçmişi ya yanlış okuyorlar, ya da bizim yanlış okumamızı umut ediyorlar.
Kürt ve Kürdistan meselesinin çözümünden söz açılınca, günümüz TC devleti ve hükümeti ile onların ataları olan Osmanlı’yı örnek vererek şöyle diyorlar: “Ah Osmanlıda ne kadar da güzeldi, herkes iç işlerinde özgürdü…”
21 yüz yılda Osmanlının Kürt politikasına özlem duymak, aradan bunca medeniyet geçmiş olmasına rağmen, maymunların ağaçlardan inip insana dönüşme sürecinin başlamasından önceki haline özlem duymak gibi “ilkel” bir özlemdir.
Kürtlere örnek verecekseniz, Yunanlıları, Bulgarları, Arapları, vs. örnek verin. Osmanlı’nın egemenliği altındaki bütün halklar bağımsız devletlerini kurdular. Osmanlı zemzem suyu ile yıkandıysa neden bu bahsettiğim halklar ayrı devletler kurdular.
Hadi Yunanlılar ve Bulgarlar Hıristiyan’dı. Peki, Müslüman Araplara ne demeli? Hem de bir de değil, Osmanlıdan ayrılarak onlarca devlet kurdular, bir de “gavur” İngiliz ve Fransızların yardımıyla.
Kendal Nezan Paris’teki Cezayirlilere bir zahmet şunu sorsun bakalım: “neden ayrıldınız Müslüman Türk kardeşlerinizden. Biz Kürtler gibi kardeş, kardeş yaşamak varken?”
Doğru cevabı kesinlikle alacaktır.
Osmanlının Kürdistan’ı işgalini ve bu işgalin yüzlerce yıllık tahribatını, Kürt beylerini bir birine kırdırmasını, Suni Kürtleri Êzidi Kürtlerin üzerine salmasını, ayrıca Kürtleri, Ermeni, Asurî ve Süryanilerin üzerine salmasını da örnek verin ve ondan sonra bir kıyaslamaya geçin.
Bunun neresi “özgürlük”?
***
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş,"Bölgede iki dilli hayata geçiyoruz. TBMM'de Kürtçe konuşma talebiniz yok. Türkiye'yi bölecek hiçbir projede BDP'nin imzası olamaz" diyor.
Kürt halkının büyük umutlar bağladığı “elit” Kürtlerin TC’yi bir arada tutma gayretlerini anlamak mümkün değil. Kendilerinin anladıklarını da sanmıyorum.
Kürtçe üzerinden devam eden tartışmalara TC’nin genelkurmayı da yayımladığı bir bildiriyle katıldı. Bildiride şöyle deniyor:
“Dil, kültür ve ülkü birliği, bir millet olmanın başta gelen vazgeçilmezleridir. Dil birliğinin olmaması durumunda bunun sonuçlarının neler olacağı, tarihteki birçok acı örnekleriyle gözler önündedir…”
Genelkurmay ile Kürt cephesinin açıklamalarını yan yana getirirseniz, kimin ulus olma bilinciyle hareket ettiğini de görürsünüz.
Tarihteki acı örnek dediği de aslında Kürtlerdir.
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.