Rio’da Bir Tecavüz Ve Yabancılaşmanın Aynılığı
Geçen çarşamba günü Rio de Janerio’da korkunç bir olay yaşandı… Brezilya’nın ve dünyanın en renkli, en tehlikeli kentlerinden Rio’nun ara sokaklarında genç bir kıza onlarca kişi tecavüz etti... Bir cep telefonu ile kaydedilen olay, kısa bir sürede sosyal medya üzerinden tüm ülkeye ve dünyaya duyuruldu… Ve bu duruma kadın örgütleri, sivil toplum örgütleri doğal olarak tepki gösterdi; tecavüz olaylarının ülkede günlük yaşamın bir parçası olmasından endişe ettiklerini belirttiler… Tecavüz, uyuşturucu ve cinayet türü olaylar, ülkede oldukça rutin şeyler… Bunlarla ilgili onlarca istatistik tutanaklarına internet üzerinden rahatça ulaşılabilirsiniz… Ve bu son dehşet olay hakkında ülkenin Cumhurbaşkanı Michel Temer, çok önemli ve acil toplantılar yaparak, sokakların güvenliği meselesindeki açıklıkların giderileceğini vurguladı… Bu çok önemli adam; kısa süre önce yolsuzluk soruşturmaları nedeniyle görevinden uzaklaştırılan ve yine çok önemli bir hanfendinin yerine geçici olarak atanmış bir beyefendi… Yolsuzluk soruşturmaları nedeniyle görevinden uzaklaştırılan hanfendi ise son yıllarda oldukça popüler olan, eski kulağı kesik solculardan ; İşçi Partili Dilma Rousseff…
Dilma Rousseff ve ailesinin ilginç bir öyküsü var… Fevkalade maceraperest ve renkli insanlar… Ve Dilma, sosyalist hareketler içinde kavrulmuş, deneyimli bir kadın… İnsanlar seçimlerde onun adalet ile ilgili, yolsuzluklarla mücadeleyle ilgili ve daha birçok konuyla ilgili vaatlerine inandılar ve Cumhurbaşkanı yaptılar… Ve Rousseff mücadele edeceğine dair söz verdiği yolsuzluklar meselesine kendisi konu oldu ve görevinden bir süreliğine uzaklaştırıldı… Rio sokakları her zamanki gibi uyuşturucu baronlarına, yoksulluğa, yoksunluklara, her türlü iç burkucu hikayelere tanıklık etmeye devam ediyor…Ve Brezilya dünyanın birçok ülkesi gibi her geçen gün düşme ve kalkma arasındaki zihinsel keskinleşmeyi daha fazla yaşıyor…Mülkiyetçi, tahakkümcü, parçalayıcı, ayrıştırıcı, bölücü, iktidarcı zihniyet ve bu zihniyetin araçları, oyuncağı haline gelen ; siyaset, ticaret, devlet, oligarşi, partiler, örgütler, eğitim kurumları vesaireler ve son derece muğlaklaşmış hukuk sistemleri…an be an yaşamı anlamsızlaştırıyorlar…Yaşamı adeta emiyor, yok ediyorlar ve insanlar bipolar ( depresyonu ) kıymığı yutmuş ölüler gibi AVM’ lerde kendilerini tüketiyorlar…Üretim-tüketim-ihtiyaç gibi kavramlar, ilginç kavramlar ve bana göre üstünde bin kez durulması gereken kavramlar…
Ve insanlar her şeyden kendilerini ayırıyorlar… İçsel olarak bin bir türlü parçalanmayı yaşayan zihin insanı, ya da modern insan ya da zekâsı kararmış insan, evirilmemiş, psikolojik evrimleşmesini tamamlamış insan, dışsal olarak da kendini her şeyden ayırıyor… Gökyüzü ve yeryüzünden, ağaçlardan ve çimenlerden kendini ayırıyor, yıldızlardan, kuşlardan, nehirlerden ve çiçeklerden, dillerden ve diğer kültürlerden, türlerden kendini ayırıyor… Ve bu parçalı yaklaşım her şeyin kaynağını oluşturuyor… Bu parçalı yaklaşım; mülkiyetçilik, milliyetçilik, devletçilik, cinsiyetçilik, türcülük, dincilik, mezhepçilik şiddet severlik, iktidarcılık gibi kavramlara bağlı olarak yaşadığımız sorunların ta kendisini oluşturuyor… Siyaset ve ideolojiler ise niyetlerinden bağımsız olarak bu durumu daha da derinleştiriyor… Kronikleştiriyor… Karşıtların birbirini besleyip, biri birine dönüşme yasasından kaynaklı olarak ( bir zamanlar çılgın bir komünist olan Dilma Rousseff’in yolsuzluğa bulaşması gibi ) yaşam değişik şekillerde, değişik araçlarla fakat aynı boyutta kendini tekrar ediyor… Zıtlıklar ve karşıtlıklar boyutunda her şey biri birine dönüşür ve kendini bir şekilde tekrar eder… Tekrara düşmemek ise boyut değiştirmeyi gerektirir…
Ve sen aynı boyutta kaldığın sürece hangi düşünceyi savunursan savun, hangi ideolojiyi, dini veya fikri savunursan savun, hiç bir an ne kendi içinde, ne kendi dışında gerçek olamayacaksın… Huzuru, mutluluğu, eşitliği ve adaleti bulamayacaksın… Hep koşullara ve kendi dışına bağımlı olacaksın, bir partinin, liderin, dinin, metanın, fikrin, bağımlılığın kölesi olacaksın… Ve zihin insanının hikâyesi işte budur… Köleliğin çeşitliliklerde sürekliliği… Bu bağımlılık döngüsünü, tekrarını anlayacak, kavrayacak, bilince çıkarıp oracıkta bırakacak olan şey; içsel kuantumik sıçrayışlar, içsel devrimlerdir… Bu şu anlama gelir; olan devrimler tersten yapılmıştır ve tamamen evrimleşmemekte direnen zihniyete hizmet etmiştir çünkü her iktidar değişimi, her gün üretilen araçlar, bilinçten bağımsız olarak, daha ziyade egoya hizmet ediyor… Dolaysıyla hakikatin önüne sürekli bir set çekme, duvar örme işlevini görüyor… Bu kadar kimliklerin ve kimlik hastalıklarının olmasının nedeni de yine derinleşmemek, yabancılaşmanın da yabancılaşmasını yaşamak ve farkındalığı yitirmektir…
Sorun tamamen sosyolojik, psikolojik ve felsefi bir içsel dönüşüm meselesidir ve bu türden bir içsel dönüşümün iktisadi erkin ele geçirilmesi ile ilgisi yoktur… Ekonomi önemlidir fakat onun insanların içsel derinliği, özgürleşmesi ile direkt ilgisi yoktur, öyle görülmesi bir yanılsamadır, bilinçsel yoksunluktur… Çevresel koşullar alışkanlıklardan başka bir şey değildir… Bir araban olur ve bir şaton olur sen ona bir ayda alışırsın fakat sen özünde aynı sensin… Bir evin, iyi bir maaşın, güzel bir işin ve sağlık sigortan olur ve sen ona da bir süre sonra alışırsın ve hatta bunlar sende yeni kaygılar, korkular üretir… Kişi eğer içsel anlamda özgür değilse neye sahip olursa olsun aynıdır… Ve dışsal olanın hiç bir garantisi yoktur, çünkü yaşamda nerede neyin olacağı, neyin nereden geleceği belli değildir… Devletler, iktidarlar patır patır yıkılıyor örneğin… İnsanların bir günde tüm dışsal sahiplikleri yok olabilir… Fransa’da son bir haftada sel felaketlerinden ve sendikal grevlerden dolayı yüzlerce insanın yaşamı alt – üst oldu… Ve insan yaşamı kontrol altına alamaz…Bu delilik olur…Ve özgürleşmeyen biri ne dünyanın, ne doğanın ve ne de gerçekte sahip olduklarının değerini bilemez…Bundan dolayı bütün kalkınmacı liberaller başta kendilerinin olmak üzere her an cennet gezegenimizin ırzına geçmektedirler…Ve bu kalkınmacı sermayecilerin ortağı olan devletler, bürokratlar, oligarklar, işçiler, işverenler, siyasiler, bu çarkta olan herkes Varoluş nazarında aynıdır…Aynı boyutun elemanlarının ideolojileri çok zıtmış gibi görünse de, yaptıkları iş çok farklıymış gibi görünse de esasen aynı zihniyetin ürünüdürler…Bütün bunlardan ötürü önce her şeyden özgürleş !… Önce içsel devrimini yap !... Sonra hangi sistemi kurarsan kur diyalektik birliğe hizmet olur…
Cengiz Taş
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.